PSİKOLOJİK BİLGİ PORTALI By Alper Budan
  ŞİZOFRENİ
 
Şizofreni, insanın düşünce, duygu ve davranışlarında, kendisinin ve çevresindekilerin yaşantısını önemli ölçüde etkileyen birtakım değişikliklere sebep olan rahatsızlıktır. Bu değişiklikler geçici ya da kalıcı olabilir. Sebebi kesin olarak bilinmemekle birlikte kalıtımın, biyokimyasal, ruhsal, toplumsal, çevresel etmenlerin şizofreninin ortaya çıkışında rolü olduğu bilinmektedir. Şizofreninin, biyolojik yatkınlığı olan bir insanda, bir dış etmenin gerilim oluşturan etkisiyle ortaya çıktığı söylenmektedir.

Şizofreninin gerçek nedenleri tam olarak bilinmemekle beraber, bir kişinin hastalık riskini arttıran çok sayıda etken olduğu düşünülmektedir. Bu etkenler birbirlerini etkileyerek şizofreninin gelişimini belirler ve değişik etkenler bireyin gelişiminin farklı evrelerinde önem kazanır. Genetik etkenler, gebelik dönemi komplikasyonlan, doğum koşullarının her biri yeni doğmuş çocuğun hastalığa yatkınlığım etkileyecektir. Yaşamın daha sonraki bir diliminde hastalığın başlaması kişinin bir dizi strese yatkınlığı ve bunlar karşısındaki kırılganlığına bağlıdır. Bu stresler biyolojik (örneğin, halüsinasyona neden olan uyuşturucu kullanımı) veya sosyal (örn., bir yakının ölümü) nitelikte olabilir. Bu tür ya da başka etkenler ve stres de hastalığın gelişme ve sonuçlarını etkileyecektir.

Kalıtım: Şizofreni hastasının akrabaları hastalık açısından başkalarına göre daha fazla risk altındadırlar. Küçük yaşta evlat edinilmiş çocuklar üzerindeki araştırmalar akrabalarda artan şizofreni riskinin çevresel değil genetik karakterli olduğunu göstermektedir. Şizofreni hastalarının çocuklarında da, biyolojik ebeveynlerince yetiştirilip yetiştirilme-diklerinden bağımsız olarak, benzer biçimde artan bir hastalık eğilimi görülür. Yine, edinilmiş ebeveyn tarafından yetiştirilen şizofreni hastalarının aile tarihi, bu kişilerin biyolojik akrabalarında riskin yüksek olduğunu, evlat edinme yoluyla akraba olunanlarda ise yüksek olmadığını göstermektedir.

Nöro-gelişimsel varsayım: Yakın zamanlarda geliştirilen bir görüşe göre şizofreni nöro-gelişimsel bir bozukluktur ve hastalığın klinik açıdan dışa vurulmasından çok önce beyin gelişimi sırasında yaşanan bir sorun veya patolojik bir duruma bağlanmaktadır. Bu görüşe bakılırsa şizofreni hastalannda beyinde gelişme bozukluğu vardır. Çeşitli nörobiyolojik nedenlerle bozukluk kendini yetişkin evrede, doğumdan çok sonra olgunlaşan kimi özgün sinirsel sistemlerin bazı psiko-sosyal stres ve olumsuz yaşam deneyimleriyle uyuşmazlığa düştüğü durumlarda gösterebilir. Bu görüş halen "koşullara bağlı" nitelik taşımakla birlikte, destekler yönde bir dizi kanıt da vardır. Özellikle gebelik ve doğum komplikasyonlarınm şizofreni riskini iki ila üç kat arttırabildiği saptanmıştır; bunun kaynağı büyük olasılıkla beynin gelişmesinde oluşan hasarlardır. Fetusun oksijensiz kalması, şizofreni hastalannda %20-30 oranındayken, genel nüfusta % 5-10'dur. Şizofreni riski perinatal komplikasyon sayısıyla orantılı olarak yükselmektedir. Hamile kadının viral hastalık geçirmesiyle rahim içinde beyin hasan riski artar. Şizofreni hastalarının çoğunluğunun yılın başka zamanlannda değil de kış sonu veya bahar başında doğdukları ve bu dönem doğanlar arasındaki şizofreni vakalarının (nezle, kızamık ve suçiçeği gibi) viral hastalık salgınlarından sonraki dönemlerde çoğaldığı saptanmıştır. Ancak annenin geçirdiği viral enfeksiyonların yine büyük olasılıkla artan şizofreni riskinin yalnızca küçük bir bölümünü açıklayacağı da unutulmamalıdır.

Beyinde fiziksel anormallikler: Bazı şizofreni hastalarında beyinde fiziksel değişiklikler yaşandığı saptanmıştır. Beynin yapısındaki bu tür değişiklikler ölümden sonra beyin dokusunun analizi ve ayrıca insan yaşamı sürerken beynin incelenmesine olanak veren beyin görüntüleme teknikleri ile saptanabilmektedir. Bilgisayarlı Tomografi (CT-Scan) ve Manyetik Rezonans Görüntüleme (MR1) beyin yapısını görüntülemektedir. İşlevsel MRI ve izotop kullanılan tekniklerle (Single Photon Emission Tomography / Tekli Foton

Emisyonu Tomografisi - SPECT ve Positron Emission Tomography /PET) serebral bölgesel kan akışı (rCBF) ve beyin kimyasındaki değişiklikler gösterilebilmektedir.
Hep birlikte ele alındığında bu bulgular şizofrenide internöronların gerçekleştirdiği beyin faaliyetinde bir açık söz konusu olduğunu göstermektedir.

Nörokimyasal:Şizofrenide nöro-kimyasal anormalliklerin işin içinde olduğu varsayımının tarihçesi oldukça eskidir. Ancak ampirik veriler yalnızca antipsikotik ilaçların beyindeki katekolamin metabolizması ile, daha spesifik olarak, bu ilaçların katekolamin postsinaptik alıcılar (reseptörler) üzerindeki etkisinin bloke edilmesi ile ilişkisi gösterildiğinde elde edilmiştir. Daha sonra yapılan araştırmalar, antipsikotiklerin dopamin-2(D2) reseptörlerini bloke etme kapasitesini göstermiştir. Klinik etkilerinin kaynağı budur. Dopamin beyin hücrelerinin itkilere duyarlılığını arttırır. Normal olarak, bu güçlendirilmiş duyarlılık kişinin stres ya da tehlike koşullarında bilincini güçlendirmek açısından yararlıdır. Ancak bir şizofreni hastasında, dopamin etkisinin zaten hiperaktif bir beyine eklenmesi kişiyi psikoza sürükleyebilecektir. Şizofrenide dopaminerjik hiperaktivasyonun ek olarak üstlendiği role, dopaminin etkilerini arttıran bir ilaç olan amfetaminin şizofreni benzeri belirtileri kötüleştirici ve hatta açığa çıkartıcı etki yaptığı yolundaki gözlemlerden hareketle ulaşılmıştır.

Merkezi sinir sisteminde arttırılmış dopaminerjik etkinlik iki mekanizmayla gerçekleşmektedir:
1 .sinaptik bölgelerde dopamin artışı ve
2.reseptör aşın-duyarlılığı.

Her iki mekanizma da şizofrenide geniş olarak sorgulanmış ama her iki yönde de sonuca taşıyan veriler elde edilememiştir. Hastaların vücut sıvılarında dopamin değişimi ve ölüm sonrası beyin dokusunda dopamin düzeyinin doğrudan belirlenmesi çelişkili sonuçlar vermektedir.

PET gibi neuroimaging (sinirsel görüntüleme) teknikleri, kısa süre önce beyindeki dopamin reseptör yoğunluğunun belirlenmesi için kullanılmıştır. Klasik antipsikotiklerin dopamin alıcıları üzerinde bloke edici etkisi açık biçimde gösterilmiş olmakla birlikte, ilaç kullanmamış hastalardaki dopamin-reseptör yoğunluğu ile kontrol gruplar arasında yapılan karşılaştırmadan çıkan sonuçlar da araştırmalar arasında farklılık arzetmektedir. Moleküler biyoloji teknikleri kullanılarak, ilaç kullanmamış şizofreni hastalarında beyin dokusunda ölüm sonrası bir dopamin-reseptör yoğunluk ve duyarlılık artışı gösterilmiştir . Atipik antipsikotikler kullanıldığında araştırmacılar, antipsikotiklerin D2 bloke etme etkisinin antipsikotik etkinin temel faktörünü oluşturduğu yolundaki varsayımı sorgulamaya başlamışlardır. "Atipik" antipsikotiklerin etki biçiminin, D2 dopamin reseptörlerin (serotonin 5-HT reseptörler dahil) yanı sıra, bir çok reseptör için de yakın bir ilişkiyi kapsadığı kanıtlanmış bulunmaktadır. Sonuç olarak araştırma bulguları başka birçok reseptör bölgesinin de (örneğin D1, D3, D4, 5-HT2 ve NMDA) şizofreninin patogenezine dahil edilmesi gerektiğine işaret etmektedir.
Son yirmi yılda yapılan araştırmalarda şizofreninin nedenleri hakkında önemli bulgular elde edilmiştir. Tüm hastalar için geçerli olan tek bir neden bulunmamakla beraber şizofrenin ortaya çıkmasında rol oynayan başlıca etkenleri üç başlık altında toplayabiliriz:
1. Kalıtımsal nedenler
2. Beyindeki yapısal değişikliklerin rolü
3. Beyindeki kimyasal maddelerin rolü

1) Şizofrenide kalıtımın rolü
Şizofrenisi olan her 10 kişiden birinin yakın akrabaları arasında bu hastalık görülür.Şizofreni hastalarının ailelerinde bu hastalığın toplum ortalamasına göre daha sık görülmesi şizofrenide ailesel geçişin rolüne işaret eder. Örneğin, anne ya da babasından biri şizofreni hastası olan çocukta hastalığın görülme olasılığı % 12’dir. Kardeşlerden biri şizofreni hastası ise diğer kardeşlerde hastalık görülme olasılığı %8 dir. Toplumda her 100 kişiden birinde şizofreni görülme riski bulunduğu düşünülürse bu oranların yüksekliği hakkında bir fikir edinilebilir.
Ailesel yatkınlığın nedeni anne babanın yetiştirme tarzı değildir.
Hastalığın geni tam olarak bilinmiyor. Bir başka deyişle, elde edilen veriler şizofreniden tek bir geni sorumlu tutmak yerine birden fazla genin rolü olduğuna işaret ediyor.

2) Beyin yapısındaki değişikliklerin rolü
Tomografi gibi görüntüleme yöntemlerinde şizofreni hastalarının beyinlerinde normalde görülmeyen bazı değişiklikler olduğu saptanmaktadır.Örneğin beyinde normalde de bulunun boşlukların hasta kişilerde daha geniş olduğu ve bazı beyin bölümlerinin normalden daha küçük olduğu görülüyor. Özellikle, beynin plan yapmak, sorun çözmek gibi işlevleri de yüklenen ön bölümü ve önceki deneyimleri hatırlayarak o anki duruma uygun bir davranış geliştirmekte rol oynayan hipokampus bölümünün normalden küçük olduğu saptanmıştır. Bu bölgelerin işlevlerindeki aksama sonucunda hastalar günlük hayatta her an karşılaştığımız basit ya da karmaşık sorunları çözmekte zorlanabiliyor. Bu «sorun»lar örneğin yeni tanıştığımız bir kişiyle neleri konuşabileceğimiz, şehir içinde bir yerden bir yere giderken karşılaştığımız aksaklıkların üstesinden nasıl geleceğimiz gibi bize basit gelen şeyler de olabilir.
Beyin yapısındaki değişiklikler hasta kişilerin beyinlerinin normal gelişimden farklı bir yol izlediği şeklinde yorumlanır.
Bu değişiklikler doğumdan önce ya da doğum sırasında etkili olan nedenlere bağlanır.Örneğin gebeliğin erken dönemlerinde virüs enfeksiyonları ya da doğum sırasındaki bazı sorunlar gibi.

3) Beyindeki kimyasal maddelerin rolü
Beyinde milyarlarca sinir hücresi bulunur.
Bu hücreler bir telefon şebekesi gibi birbiriyle bağlantılıdır
Her hücrenin ucundan salınan bazı kimyasal maddeler komşu hücreye ulaşarak hücreler arası haberleşmeyi sağlar. Haberleşmeyi sağlayan kimyasal maddelere nörotransmitter (NTM) denir. Adrenalin, dopamin, serotonin gibi…
Şizofrenisi olan kişilerde dopaminin aracılık ettiği haberleşmede bir bozukluk olduğu bilinmektedir
Dopamin hastaların beyninde bazı bölgelerde fazla miktarda bulunmaktadır. Dopamin aracılığıyla haberleşmedeki bozukluk; hezeyan ve halüsinasyonlar, dağınık davranış ve konuşma gibi hastalık bozukluklarından sorumlu tutulmaktadır.

Hastalığın alevlenme dönemine girmesinden önceki günlerde beliren öncü belirtilerdir.Şizofreni tıptaki bütün kronik hastalıklar gibi alevlenme ve yatışma dönemleri gösterir. Hastalık alevlenme dönemine girmeden önce bazı belirtiler gözlenir. Bu durumu grip olmadan once yaşadığımız halsizlik, başağrısı gibi belirtiler benzetebiliriz. Eğer bu belirtileri yaşadığımız zaman istirahat eder, C vitamini kullanırsak gribi önleyebilir ya da daha hafif geçmesini sağlayabiliriz.

Benzer şekilde, hastalar ve hastayla beraber yaşayanlar haberci belirtileri gözlediği zaman tedavi ekibini haberdar ederse alevlenmeyi erken dönemde önlemek mümkün olacaktır. Haberci belirtiler hastadan hastaya değişiklik gösterir. Ancak belirli bir hasta için her alevlenme döneminden önce hemen hep aynı haberci belirtiler gözlenir.

Haberci belirtilerden bazıları..
1. İsteksizlik, ilgi kaybı
2.Aileden ve arkadaşlardan uzaklaşma
3.Dinle aşırı ilgilenmeye başlama
4. Uyku düzeninin bozulması( artma / azalma)
5.Çökkünlük
6.İştah azalması
7. Alınganlık
8. Çabuk sinirlenme
9. Küçük şeylere öfkelenme
10. Başkalarına ya da kendine zarar verme düşüncesi
11. Kendine bakımda gerileme
12. Alkol içmeye başlama
13.Cinsel konularla fazla meşgul olmaya başlama
14. Sık sık tartışmalara girişme

İlaçların geliştirilmesi ve psikososyal müdahaleler şizofreni hastalarının durumunu köklü biçimde değiştirmiştir. Yeni antipsikotikler rahatsızlığın belirtilerinin kontrolüne yardımcı olmakta ve daha az yan etkiye neden olmaktadır. Eğitim ve diğer psikososyal müdahaleler hastalar ve ailelerine sorunla daha etkin biçimde uğraşmayı öğretmekte, toplumsal ve mesleki işlevsizliği azaltmakta, şizofreni hastalarının topluma yeniden kazanılmasına yardımcı olmaktadır. Daha güvenli ve etkin tedavi yollarının araştırılması da sürdürülmektedir. Ek olarak (gelişmiş ülkelerin tersine) gelişmekte olan ülkelerde süregiden daha iyi öngörü araştırmaları şizofreni hastalarına her yerde uygulanabilecek stratejiler üretmektedir.

Şizofreni tedavisinin üç ana bileşeni vardır:
■ Belirtileri iyileştirmeye ve yemden hastalanmayı önlemeye yarayan ilaçlar ile tedavi;
■ Hastalara ve ailelere sorunlarını çözmeleri, stresi aşmak, hastalık ve komplikasyonlanyla mücadele etmek, kötüleşmeyi önlemek yönünde yardım etmeye yönelik, eğitsel ve psikososyal müdahaleler.
■ Hastaların yaşamla yeniden bütünleşmeleri, eğitsel ya da mesleki işlevlerini yeniden kazanmalarına yönelik toplumsal rehabilitasyon.

Sağlık çalışanları Dünya Psikiyatri Derneğinin 1996 tarihli Madrid Deklarasyonunun ilkelerini bilmek zorundadırlar. Bu ilkelerde bilimsel gelişmeleri izlemenin önemi, güncellenmiş bilgileri meslektaşlarla paylaşma gereği ve hastayı tedavi sürecinde bir ortak olarak kabul etmek yer almaktadır. Ayrıca farklı tedavi yaklaşımlarının birleşik olarak da uygulanması (örneğin vaka yönetimi ekipleri) mümkündür. Bu yolla bütün çabalar aynı hedeflere odaklanmış olacak, hasta ile ailesi tedavi planlarındaki ortak terapi çizgilerini kavrayacaklardır. Sağlık çalışanları hastalan ve ailelerini hasta/aile destek gruplarında işbirliği yapmaları yönünde teşvik etmelidir; bu tür çalışmalar hastalıkla başa çıkmakta yardım ve rehberlik sağlamaktadır.

Antipsikotik İlaçlar
Şizofreni tedavisinde kullanılan ilaçlar genel olarak iki grupta toplanır:
1. Klasik antipsikotikler (daha önceleri "nöroleptikler" denirdi)
2. Yeni antipsikotikler {ikinci kuşak ya da "atipik" antipsikotikler)

Klasik antipsikotikler
Klasik antipsikotik ilaçlar klinik uygulamaya ilk kez 1950'lerin ortalarında girmiştir. Antipsikotik terimi, klozapinin kullanıma girmesinden önce geliştirilen antipsikotik ilaçlar için kullanılmıştır. Antipsikotikler daha önceleri distoni, parkinson, diskinezi ve akatizi gibi ekstrapiramidal motor sistem üzerindeki karakteristik yan etkileri nedeniyle "nöroleptikler" olarak adlandırılıyordu. Bu ilaçların şizofreninin, halüsinasyon ve hezeyan gibi pozitif belirtilerini azaltmak ve kimi zaman yok etmekte yararlı oldukları kanıtlanmıştır. Yine ajitasyon, isteksizlik ve saldırganlık gibi belirtileri hafifletmek için de yararlıdırlar. Ne yazık ki, şizofreninin apati, toplumsal geri çekilme ve düşünce yoksulluğu gibi negatif belirtilerinin tedavisinde etkileri olmamıştır. Bu ilaçlar düzenli kullanılmaları halinde, hastalığın tekrarlama riskini de azaltır. Etkin antipsikotik ilaçların devreye sokulması şizofreni hastalarının toplum içinde tedavisini daha da kolaylaştırmış ve hastaneye geri dönüşü de gereksizleştirmiştir. Antipsikotik ilaçlar hastalara tedavinin psikososyal biçimleri açısından da yardımcı olmaktadır.

Klasik antipsikotik ilaçlar, Klorpromazin, Tiyoridazin, Haloperidol gibi ilaçlardır.

Yeni antipsikotikler
Daha önceki yıllarda ilaç geliştirme çalışmalarında özellikle halüsinasyon ve hezeyan gibi pozitif belirtileri azaltmak üzerinde duruluyordu. Ancak son yıllarda araştırmacılar daha az yan etkisi olan antipsikotik ilaçlar üretmeye yönelmiş ve pozitif belirtiler kadar negatif belirtilerin tedavisine de ağırlık vermişlerdir ve bu yaklaşım yaşam kalitesini iyileştirme, modern tedavi ve rehabilitasyon adına büyük katkılar sağlamıştır. Klozapin oldukça az ekstrapiramidal yan etki (EPS) gösteren ilk antipsikotik ilaç olmuştur. Klozapin'i olanzapin, risperidon, ketiapin gibi yeni ilaçlar izlemiştir. "Yeni", " ikinci kuşak", veya "atipik" antipsikotik terimleri bu ilaç grubu için kullanılmaktadır. Yeni antipsikotiklerin klasik olanlara göre bir diğer avantajı da negatif belirtileri azaltmaları ve prolaktin düzeylerinde çok az ya da hiç yükselmeye sebep olmamalarıdır.

Eğitim ve Diğer Psikososyal Tedaviler
Psikososyal tedavilerin şizofreninin tedavi, gelişim ve sonucunu etkiledikleri düşünülmektedir. İlaç tedavileri sayesinde şizofreni hastalığında köklü değişiklikler gündeme gelmekle birlikte, son yıllarda, psikososyal müdahalelerin şizofreni tedavisinde önemli olduğu yolunda artan ölçüde araştırma kanıtlan elde edilmiştir. Psikososyal müdahaleler içinde psikolojik veya toplumsal yönetim strateji ve teknikleri ile bilişsel, yetersizlik, fonksiyon bozukluğu gibi psikolojik sorunları azaltmak veya yok etmek, hastanın toplumla yeniden kaynaşması ve psikososyal anlamda rehabilite edilmesini kolaylaştırmak vardır. Psikososyal müdahaleler hem pozitif hem negatif belirtileri azaltmayı, tedaviyi desteklemeyi, hastanın tedavi sürecine bağlanmasını, yeniden hastalanma riskini önlemeyi, toplumsal ve iletişimsel becerileri geliştirmeyi, stresle daha iyi uğraşabilmek için hastalar ve yakınlarının donanımlarının güçlendirilmesini kapsar. Psikososyal müdahale ilaç tedavisinin tamamlayıcısıdır.

Şizofreni hastalarının yaşadığı sorunlar toplumsal, kişisel, klinik ve kimi zaman siyasidir (örneğin ayrımcılık). Şizofreninin etkisi yaşamın çok fazla alanında hissedildiği için, etkin tedavi birden fazla soruna hitap etmelidir. Bunlar arasında hastalığın geri dönmesini önlemek, psikolojik eğitim, aile yaşamı, topluluk içinde ve diğer özel alanlarda bakım ve rehabilitasyon sayılabilir.

Tıbbi yaklaşımlar ve rehabilitasyon çabalarına ilişkin çalışmalar, ilaç ve rehabilitasyonun birlikte çok daha iyi sonuç verdiğini göstermektedir. İlaç gerekli olmakla birlikte tek başına yeterli tedavi sağlamamaktadır; rehabilitasyon ise özenli ilaç kullanımına gerek duymaktadır.

ŞİZOFRENİNİN GENETİK İSPATI
Şizofreni son zamanlarda en çok yakalanan hastalıklardan bir tanesi. Kesin tedavisi olmayan hastalık üzerine birçok araştırma yapılıyor. Son yapılan araştırma da genlerle şizofreni arasındaki bağlantıyı açığa çıkarmaya çalışıyor. İşte şizofreniyle bağlantılı olduğu düşünülen gen...

Ölüm sonrası veriler genler ve şizofreni arasındaki bağlantıyı destekliyor.
Çok uzun zamandır şizofrenin genlerle bağlantısı olduğunu biliyorduk. Ama bu genleri tespit etmek kolay olmuyor. Hastalık karmaşık ve çoklu genler ve çevresel faktörler hastalığın ortaya çıkmasından sorumlular. Bazı genler şizofreni ile bağlantılı ve Linda Brzustowicz ve Rutgers Üniveristesi'ndeki meslektaşlarının yayınladıklarına göre aday genlerden biri CAPON geni.

Araştırmacılar daha önceki çalışmalarda da hastalığın yaygın oduğu ailelerde şizofreni ve CAPON geni arasında bir bağlantı kurmuşlardı ve diğer gruplar kendi örneklerinde benzer bağlantıyı gördüler. Bu şaşırtıcı çünkü CAPON moleküler bir yolun bir parçasıdır. Bu yol beyinde aktiftir ve şizofreni gibi hastalıklarda rol oynar. Şu andaki çalışmada, Brzustowicz ve meslektaşları, normal bireyler ve bu akıl hastalığına yakalanmış kişilerin CAPON gen aktiviteleri farklılıkları için ölüm sonrası beyin örneklerini incelediler. Şizofreni hastası, çift kutuplu rahatsızlığa yakalanmış ve akıl hastası olmayan bireylerden 35 örnekte bu tür farklılıklara rasladılar.

Genler ( hücreler ve vücuttaki aktif bileşenlerin çoğunluğunu oluşturuyorlar) protein kalıplarıdır ve araştırmacılar CAPON geninin iki farklı protein kalıbı olduğunu buldular. Bu fark uzun ve kısa şekil olarak belirtildi. Çift kutuplu rahatsızlığa yakalanan ve şizofreni hastası olan kişilerin beyin örneklerinde kısa şekil seviyeleri psikiyatri hastası olmayan kişilerin beyin örneklerindekilerden daha yüksektir.

Sonuçlar şizofrenin CAPON geniyle ilgili olduğu fikirleri daha fazla destekledi. Bulgular CAPON geninin kısa versiyonu ile ilgili ve işlevleri hakkında daha fazla bilgi edinmemiz gerektiğini öne sürüyor.

1. Şizofreninin nadir görülen bir hastalık olmadığını KABUL EDİN. Nadirmiş
gibi görünmesi bu konu üzerinde fazla konuşulmuyor olmasındandır.

2. Şizofreni hakkında en kısa zamanda mümkün olduğunca fazla BİLGİ EDİNİN.

3. Asla KENDİNİZİ SUÇLAMAYIN . Kendini suçlamak hastalıkla başa
çıkmaşansınızı yok eder. Unutmayın ki son araştırmalar şizofreni
gelişmesinde hasta yakınlarının bir kusuru olmadığını göstermektedir.

4. Bu konuda etkili olan tedavicilerden YARDIM İSTEYİN. Bu kişilerin
şizofreniyle mücadele konusunda sizinle işbirliğine istekli olmasına,
hastalığı anlamanıza yardımcı olabilecek özellikte olmasına dikkat edin.

5. Şİzofreni Dostları Derneği gibi, hasta yakını dernekleriyle BAĞLANTI
KURUN.

6.Şizofreni gibi karmaşık bir hastalıkla mücadele ederken sadece kendi
doğru bildiklerimize göre davranmanın yetmeyeceğini KABUL EDİN. Yakınlar
olarak bu konuda eğitime ihtiyacımız var.

7.Yakınlar olarak bizlerin maruz kaldığı ,giderek artan baskıların nereden
kaynaklandığını DÜŞÜNÜN.

8.Ailenin diğer üyelerinin gereksinimlerine de DİKKAT EDİN.

9. Şizofrenisi olan birisi için kendinizi sınırsızca feda etmenin etkili
bir bakım ve mücadeleye zarar verdiğini UNUTMAYIN.

10. Şizofrenisi olan yakınınızla sabahtan akşama kadar birlikte vakit
geçirmenin işleri bozabileceğinin FARKINA VARIN

11. Özellikle evden dışarı çıkmanızı kolaylaştıracak hobiler edinin,
faaliyetlere katılın, arkadaşlıklar KURUN VE SÜRDÜRÜN.

12. Hem kendinizin hem yakınınızın özgürlüğünü sağlayacak bir bakış açısı
GELİŞTİRİN.

13. Bu mücadelede başarıya ulaşan hasta yakınlarını diğerlerinden ayıran
şeyin değişebilme ve olaylara farklı bakabilme yeteneği olduğunu
farkedince ŞAŞIRMAYIN

14. KENDİNİZE ÖZEN GÖSTERİN.

YAZAN:Alp Üçok                                DERLEYEN:Alper Budan 

 
  Bugün 65 ziyaretçi (108 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol